Lazkiye'den sabah 05.00 te yola çıkıp Lübnan tarafına geçerek Beyrut'a ulaşmayı düşünüyoruz.
Hava sıcaklığının hava kararınca bile 40 derece civarında olduğunu söylemiş miydim.
Hal böyle olunca erkenden yola çıkıp yol almak akıllıca oluyor.
Tam gaz Lübnan sınırındayız. 100 km öncesi ile sonrası arasında insanından yapısına bu kadar mı değişiklik gösteriyor bu dünya. Bana ikisinden birer insan getirin size hangisi Lübnan' lı hangisi Suriye' li ayırayım :pHavasından suyundan herhalde.
Sınırdaki uzun tüfekli abilerin hepsi Polat Alemdar hayranı çıkıyor. Birimiz Memati oluyoruz diğerimiz Polat. (Bilin bakalım Memati kim).Olcay'ı Iskender yapalım dedik ama sonra vazgeçtik oralarda ziyan olmasın diye.
Türküz doğruyuz çalışkanız dedikçe pasaport sıralarından kolumuzdan çekerek diplomatik bölüme alarak ayrıcalık gösteriyorlar.Doğrusu gittiğimiz heryerde bu şekilde muamele görmek bizi mutlu ediyor. Sınır geçişleri ve işlemler en hızlı şekilde güleryüzle yapıldı.On kelimeyi geçmeyen arapçamızla çok güzel selam verip "selametle" diyerek vedalaşabiliyoruz :)
Sınır diğer yanında bizi bekleyen "Mercedes kenti" vardı. Böyle diyorum çünkü zengini fakiri herkesin bir Mercedesi vardı. Ama yeni ama çok çok eski herkes bunu tercih etmişti. Bütün insanların kentte tek bir marka üzerinde anlaşmış olduklarını düşündüm birden. Seviyorlar herhalde karışmadık biz :)(Yok efendim henüz Beyrut'a gelmedik. İki durak sonra)
Neredeyse her 3 km de bir karşılaştığımız kontrol noktalarında değişen tek şey uzun namlulu "AK47" yerini "M16" ya bırakıyordu.Kontrol noktaları tedirgin etmedi bizi.Bizim doğumuz gibi keşke olmasa ne güzel olur dünya.
Akdeniz' i sağımıza alıp temiz ve güzel bir otoyolda Beyrut' a doğru akıyoruz. Bizimle beraber lüks arabalar ve dahası hızlı Ferrariler Porcheler yarışırcasına pazar sabahının erken saatinde gazlıyorlar. İfadelerini almadan azad ediyoruz. Bizim benzin ihtiyacımız var duruyoruz ve 95 oktanı görünce şaşırıyoruz. Hayret vardı ve satılıyordu :)
Ve nihayet Manhattan' a dalıyoruz. Manhattan mı dedim ben yanlış olmuş Beyrut'a geldik. O kadar mı benzer sokaklar şehrin kokusu duruşu havası.
Ortada kimseyi göremiyoruz. Sonradan günlerden pazar olduğundan yola çıkarak uyuduklarını düşünüyoruz. Haklıyız uyuyor bütün şehir saat 08.00 olmuş kimse yok ortada.
Kahvaltı yapacak yer bulamıyoruz döne döne :) Bir tepside peynirli bir tatlıyı hamburger ekmeğine koyan bir cafe buluyoruz. Bu ne bizim künefe gibi peynirli tatlı derken ismini soruyoruz "kunefe" diyorlar :)) Hıııı peynir tatlısı heryerde künefe demekki :))
Ortalarda kimsenin olmaması şehri dolaşmamıza fırsat veriyor.
Dolaşırken zaman zaman kayboluyoruz şehrin en tehlikeli yerlerine geldik filan gibi düşünürken köşeyi dönüyoruz 20 kadar tankın olduğu bir büyük makinelinin üzerimize döndüğü kalabalık bir kontrol noktasına bodostan dalıyoruz. Hah şimdi tam süper oldu derken iri yarı Amerikan filmlerinden fırlamış 5 rambo üzerime geliyor "ne ayaksınız layn" hesabı.
Olcay ve Ümit uzaktabir kenara duruyorlar. Hö deseler gazı açacaklar ama kurtuluşu yok mermiden hızlı değiller :))
Ben adres sorar gibi yapıyorum kaynaşıyoruz fotoğraf çekebilir miyiz gibi bir gaflette bulunmadım. Yavaşça sıyrılıp şehrin o bölgesine bir daha uğramadık :p
İç savaşın yaşandığı yılların izleri şehrin duvarlarında olduğu gibi insanların yüzlerine bakışlarına da yansımış. Çok acı yaşanmış belliki herkes içine içine ağlamış.
Acıların üzerine yeni acılar eklememişler böyle bir gayretleri yok. Unutmak için ellerinden geleni yapıyor herkes. (Nolduğunu google bilir)
7 tepeli Istanbul' umuzun 7 tepeli kuzeni Beyrut'u biz çok çok çok çok çoooooookkk beğendik.
Burayı görmeden ölmeyin derler ya öyle bir şehir.
Motorla gelmeye gerek yok. Cuma uçağa binilir 2 gün kalınır pazar dönülür.
Ne iyi etmişim dersiniz. Neden daha önce gitmemişim dersiniz.
Dağı taşı evlerle yapılarla donatıp birbirine bu kadar güzel yakıştıran başka bir şehir daha yoktur herhalde. Bir köşesi İzmir kordon gibi diğer köşesi sanki Manhattan. Bir yanı Beyazit Meydanı bir yanı Taksim.
Arayıpta bulamayacağınız hiç bir şey yok. Hem en alasından.
Dünya kupası heyecanı heryeri sarmış. Herkesini takımı burada da var.
Abartmışlar restoranlar dev erkanlarla maç saatlerinde hizmet veriyor.
Garsonların her biri farklı ülkelerin formalarıyla hizmet ediyor.
Servis kağıtları kişinin isteiğine göre tuttuğu takımın forma renkleriyle geliyor filan.
Bu konuda yapılacak ne varsa yapmış medyacılar.
Burada da bizim fanlarımız var dünya kupasına katılamasak ta bayrağımızı evine,arabasına asan kendine forma yapanlar var.
Gece oluyor ve istemeyerekte olsa uykuya dalıyoruz. Başka zaman yine gelmek üzere.